Ne mutlu duruşunu ve yürüyüşünü hiç bozmayanlara
Yola çıktığı ilk gün sahip olduğu idealleri bugün de aynı heyecanla koruyabilenlere
Yola birlikte çıktıklarını, küçük dünyalıklar için yolda bulduklarına değiştirmeyenlere
Kendine ve inandığı değerlere asla yabancılaşmayanlara.
Bütün yatırımını dünyaya yapmak ve yolun sonunda geriye anlamlı bir hikâyenin kalmaması ne ağır bir iflas. Yegâne derdimiz dünya olmamalı. Kalbimiz, ruhumuz, vicdanımız maneviyatla nefes de almalı. Ve her koşulda merhamet, iyilik ve doğruluk için de mücadele edebilmeli insan.
Samimi ruhların sağlam karakterleri, güzel niyetleri, sorgulayan zihinleri, hassas kalpleri, güçlü kelimeleri ve geniş ufukları vardır.
Riyakâr ruhların ise zayıf karakterleri, küçük menfaatleri, kiralık akılları, körelmiş vicdanları, çirkin sözleri ve güçlü önyargıları vardır.
İnsanı kolay ve çabuk vazgeçtiği şeyler değil, emek verdiği hâlde ulaşamadığı, sevdiği hâlde kavuşamadığı, istediği hâlde erişemediği şeylerden vazgeçmek olgunlaştırır. Olgunluk bazen de bütün yolları denedikten sonra bazı şeylerin olmayacağını kabullenmekle gelir.
Bir gün geriye doğru baktığınızda ilkeli ve dürüst bir hayat yaşadığınızı, minnet altına girmediğinizi, hep gayret içinde olduğunuzu, yanlış işlere karşı durduğunuzu ve bedellerine rağmen inandığınız yolda yürümeye devam ettiğinizi hatırlamak derin bir huzur hissi yaşatacaktır.
Kendi çabasıyla bir yere gelen insan karizmasının dengi yok. Ne aile sermayesi, ne yapay bir politik güç, ne de liyakatsiz bir akademik ağ. Yollarını kendi üretmiş, engelleri elleriyle devirmiş, kendilerini heykeltıraş gibi şekillendirmiş insanlar. Işıkları her yerden belli olur.
Kalite tesadüf değildir. Kalitesizlik de öyle. Bazı insanlar makamla, yetkiyle, menfaat ağlarıyla bir süre çaplarını olduğundan çok daha büyük gösterirler. Buna güvenip pervasızca yanlış işler yaparlar. Ama er veya geç varsayılan çap ayarlarına dönerler ve gerçekler ortaya çıkar.
Her insanın hikâyesinde başarısız olduğu, yıkıldığı, vefasızlık gördüğü, dışlandığı, onulmaz bir sıkıntı veya travmatik durumlar yaşadığı, sevdiklerini kaybettiği bir ân vardır. Dünya yol verilmesini bekleme yeri değil, baş etme kabiliyetini geliştirmek zorunda olduğun yerdir.
Hüzünlü olan ve hüznü seven insan somurtkan, asık yüzlü, iletişime kapalı olan değildir, hisli bir kalp taşıyan, hâlden anlayan, gerektiğinde eyleme geçen, tebessümünde hem keder hem sevinç taşıyan vakur kişidir, çehresinde herkeste olmayan bir asalet vardır.
Tüm kalbinizle yöneldiğiniz birinin, vicdan ve merhametinizi sınırsızca ‘kullanması’, size asla saygı duymaması, şefkat ve sevgi istismarından başka bir şey değildir. Sadece birinin sorumluluk aldığı, sadece birinin diğerini düşündüğü bir yerde muhakkak sömürülen bir kalp vardır.
Sana kırgın ve dargın hissettiren o duyguyu bir başına aşınca yılgın tükenişleri bertaraf etmeyi, kendine yetmeyi öğrenir kalbin. Şairin dediği gibi işte “Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine, arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!” Bazı acılar, kalbin gözünü açar.
Bir yerden sonra olmamış kişiliklerle ve ham ruhlarla vakit geçirmek, onların tuhaf davranışlarını sineye çekmek istemiyor insan. Dengin olan, ruhuna iyi gelen yerleri ve insanları bul, bu da kıymetli bir meşguliyettir.
İnsanın saf duygularını, çıkarsız hislerini, sabrını, sadakatini kendini sürekli tüketen ve değersizleştiren biri için harcaması, büyük bir kalp körlüğüdür. Bunu fark etmek için geri dönülmez yollara girmeye gerek yok, karşısındakine değer vermeyen insanlar asla değişmez.
Bu toplumda yetişmiş insan sorunu yoktur. Kendini iyi yetiştirmiş nitelikli insanların sistematik olarak dışlanması sorunu vardır. Dahası, bu insanların yerine vasat, muhteris, el etek öpen, güce zaafı olan silik karakterlerin özellikle tercih edilmesi gibi bir ahlâk problemi var