Seyahate çıkarken yanımıza aldığımız ama hiç kullanmadan geri getirdiğimiz eşyalar gibi hayat boyu kafamızın içinde boşuna taşıdığımız takıntı, kanaat ve düşüncelerimiz var.

Freud, "Tanrı, baba figürünün yüceltilmesinden başka bir şey değildir" diyor. İlk bakışta mantıksız görünmeyen bu ve benzeri yaldızlı sözlerle Müslüman gençlerin akıllarını karıştırmak istiyorlar. Halbuki şunu unutmamak gerekir: Herhangi bir vecizeyi, fikri ya da

Ahmed b. Hanbel Hazretleri (rahimehullah), hakikati söylediği için türlü eziyetlere ve işkencelere uğratıldığı bir zamanda, "Madem siz ehl-i sünnet ve cemaatsiniz, cemaatin gelsin de şimdi seni kurtarsın" diyerek kendisiyle istihza edenlere şu unutulmaz cevabı vermişti: "Siz

Gençlerin tanımadıkları, hayattan çok kendileridir.

Bir şeyi anlamak için her şeyi anlamalısın.

"Hüküm", “hikmet”, "hâkim", "hekim", "hakîm", "hakem" ve hatta "haham", aynı Sami kökten gelen kelimeler. Anlamlarındaki temel vurgu, "bilgelik."

Türkçemize maksatlı şekilde ve bütün güçleriyle saldırarak, en derin mefhumların ve en ince hislerin ifadesi olan binlerce senelik kelimelerimizi hedef aldılar. Çünkü yeni yetişen genç nesillerin tefekkür ve tahassüs kâbiliyetini yok ederek, onları dolaşıma soktukları birkaç

Sultan Aziz devrinin Sadrâzam ve Hâriciye Nâzırı Keçecizâde Fuad Paşa, Avrupa'da bir diplomatlar toplantısında bulunuyordu. Söz arasında ortaya lâtife yollu bir suâl atıldı: - Zamânımızın en kuvvetli devleti hangisidir? denildi. Keçecizâde Fuad Paşa, bu suâle, tereddütsüz, şu

Yapay zekâ, günümüzde ilim adı altında yapılan ancak aslında bilginin duble edilmesini ve kendini tekrarını aşamayan bütün çalışmaları herkesten daha hızlı ve mükemmel şekilde gerçekleştirdikçe; hem bilim dünyasında menfaatleri için kendilerine birer yer edinmiş olan sayısız

"Dinli olsun, dinsiz olsun, inansın inanmasın, herhangi bir kimse, bilerek veyâ bilmeyerek, Kur'ân-ı kerîmdeki ahkâma, ya'nî emr ve yasaklara uyduğu kadar, dünyâda râhat ve huzûr içinde yaşar. Bu, fâideli bir ilâcı kullanan herkesin, derdden, sıkıntıdan kurtulması gibidir. Şimdi,

"Şu hayatta seni en çok şaşırtan iki şey nedir?" diye sual etselerdi, "var olmam ve Besmele-i şerîf'in mânâsı" derdim. Zira ilmim, iradem ve kudretim dışında doğup kendimi dünyada buldum. Bu müdhiş bir vak'a. Ve Allahü teâlânın rahmân ve rahîm oluşu da ikinci hayretengiz

"Cürmünü mu'terif ol, tâate mağrur olma Ki şifâhane-i hikmette sakim isterler."

Aziz şehitlerimize Allah'tan rahmet dilerim.

"Âtıl olan bâtıl olur" demişler. İsabetli bir gâye için lüzumûnca çalışmak gerek...

Avrupalılar, kadim Yunan felsefesinin yanı sıra pek çok ilmi ve fenni de Endülüs Emevileri'nden, Sicilya Arapları'ndan, Müslümanlar'dan öğrenip, bu menbaı yok sayarak kendilerine mâl ettiler. Çalar saat, buna bir misal... Bakmayın "Almanlar icad etti" dediklerine... Aachen'da

"Cenâb-ı Hak, Resûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) tâbi’ olunmasını çok sever. O'na uymanın ufak bir zerresi, bütün dünyâ lezzetlerinden ve bütün âhıret ni’metlerinden dahâ üstündür." İmâm-ı Rabbânî (kuddise sırruh), Mektûbât I / 114

Gezmek, görmek ve düşünmek, hem kronolojik hem de ontolojik olarak birbirine bağlı fiiller. Bu yüzden aynı kökten türetilmişler: Temaşa-meşşai, nazar-nazariye, teoros-teori veya rey-rüya gibi... Gerçekten de gezdikçe görür, gördükçe tefekkür ederiz. Aslolansa kendimizi

Hepimiz sahte hayatlarımızın dublörüyüz ve bu sebeple büyük tehlike içindeyiz.

Seni anlamayacak birine anlatmak, boş evin kapısını çalmaya benzer. Anlattığın kişinin seni anlamamasına şaşırman ise o evin kapısının açılmamasına hayret etmek gibidir.

Üst bir değer ile irtibatı kurulamayan her iş, öyle veya böyle anlamını kaybediyor, hatta çoğu zaman zıddına inkılab ediyor. Asıl rabıta ise tek aslî değer olan Hakk iledir.